bir blog yazarı olmaya yaklaşmışken bu yoldan çok fena geri döndüm. kaç aydır hiç yazı yazmamışım. ama hep aklımdaydın blog, hep ağırlığını taşıdım yazmamanın, valla. bu savsaklama olayına kendi açımdan bakarsam; araya yaz girdi arkadaş! yazlıklara gittim, tatile gittim derken benim internetle olan bağım sekteye uğradı, bu neden.
ben bu süre zarfında ne yaptım? 9 ay geçmiş ben herhangi bir kayıt yazmayalı, bir önceki yılın aynı dönemiyle kıyaslarsak bu ağustos 2011-mayıs 2012 arası çok daha zevkli geçti. öncelikle anne olduktan sonraki -herkeste oluyor mu bilmiyorum ama bende oldu- o şaşkınlık hali bu kış yoktu. bunun yanında bu kışı rejim yaparak geçirmedim. he n'oldu? şimdi 3 kg fazlam var ama bu önümüzdeki ay o gidecek yazıyorum bak buraya.
güncel hayatıma bakacak olursak işe falan geri dönmedim, hatta ece 3 yaşını görene kadar da öyle bir düşüncem yok, bakalım Allah kerim. ece yle vakit geçirdik, daha fazla okudum, daha fazla izledim, öğrendim. bir de ufak bir ayrıntı ama hayatıma instagram girdi, yine bir sürü sanal ama güzel arkadaş edindim. şu andaki işim olan evi çekip çevirmek konusunda da bayağı bir aşama kaydettiğimi düşünüyorum, öhömm :) evet hem ece hem ev-köy işlerinin taçsız kraliçesiyim şu an!
ve tabi ki ece ile ilgili dolayısıyla asıl kısma gelecek olursaaak, ne siz sorun ne ben söyleyeyim diyeceğim ama tabi ki anlatacağım:
efendim ece ufak bir genç kız oldu. aslında belki de asıl yazmam, kayıt tutmam gereken dönemde bir şey yazmamış oldum ama olsun, şimdilik herşey aklımda. geçen sene oraya buraya tutunarak ancak yürüyebilen ece şimdi avm turlar oldu. ancak gak guk birşeyler söyleyebilen kızım şimdi bana 'oyaya giccem isim vaay' diyor mesela, sanki dersin holding yönetiyor! en çok dans etmeyi seven kızımın en sevdiği şarkı -nedense- mustafa ceceli den sensiz olmaz ki. o 'onsuz' kısmını tabi ben kendime alıyorum, zira 'sen benim herşeyimsin' derken ece bana bakıyor :)
şöyle kendime not olması açısından bir günümü özetleyecek olsam; sabah ece sonrasında ben kahvaltımızı yapıyoruz. bu araya da ceyhun sıkışıyor, ben ece yi yedirirken o da onunla kahvaltı yapmış oluyor. sonrasında ece bana yarım bardak bir çay(!) ile eşlik ediyor, 'ben de istiyem' diyor ve içiyor. sonrasında ece nin odasında takılıyoruz, sabah sabah tv izlemesin diye salona falan girmiyoruz hiç. eğer ben yemek yapacak olursam yine önce onu kitaptı, oyuncaktı biraz eğlemeye çalışıyorum öyle geçiyorum iş başına. mutfak oda arası 50 kere falan gidip gelerek ben bir ocağa yemek bir yemek atmaya çalışırken bir yandan da evi toparlıyorum. derken öğlen uykusundan önce ece hafif birşeyler yiyerek yatıyor, 1 gibi. benim içinse gününe göre en tatlı gününe göre ise en hızlı saat başlamış oluyor,zira mesela ütü var bu arada yapıyorum. bir yere gidilecek bu arada hazırlanıyorum gibi.
uykudan sonra öğle yemeği sonrasında ise artık gezme vakti! havalar nihayet ısındı da her gün parka gidebiliyoruz, park olmazsa anneanne, teyze, babaanne, onlar da olmadı avm, market geziyoruz. tabi evde geçirdiğimiz günler de oluyor, çok oldu da, çünkü çok soğuk günler geçirdik malum. işte öyle olunca biraz zor oluyor. açıp disney jr karşısında çocuğu oturmak var tabi ama kıyabilirsen. ece 10 ayını doldurduğundan beri tv ye bakabiliyor, yani ben o olayı orada kırdım. ama gözlerini dikip dakikalarca ayırmadan bakması beni tabiri caizse hasta ediyor. e 15 er dk tv izlemekle de tüm öğleden sonra nasıl geçsin? mecburen bir iş bulmaya çalışıyorum ece ile yapılacak, ya direk onunla oyun oynuyorum ya da işim gücüm varsa benimle yine 'oynuyormuş' durumu oluşturmaya çalışıyorum. derken akşamı bir şekilde bulmuş oluyoruz ve klasik yemek-banyo-uykuya sıra gelmiş oluyor, ki burası benim en sevdiğim bölüm:) gerçekten bazen tüm günü evde geçirmiş olsak bile ece yi uyutup odasından çıktığımda üstümden tren geçmiş gibi hissediyorum.
işte böyle... özetle yazmaya tekrar başladım. inşallah istikrarlı olurum:) yaşadıklarımızı, duygularımı ve ece ile ilgili herşeyi yazmaya çalışacağım. haydi bakalım...