http://blogcuanne.com/2011/08/03/elif-ve-ecenin-dogum-hikayesi/
Yukarıdaki linkte Ece' nin dogum hikayesini bulacaksınız. Ama bu sefer bir başka annenin blogunda, sevgili BlogcuAnne Elif Dogan.
bir şey aramak isterseniz
3 Ağustos 2011 Çarşamba
6 Temmuz 2011 Çarşamba
5 Temmuz 2011 Salı
ece nin doğum hikayesi
yarın kızım tam 1 yaşını dolduruyor. zaman gerçekten su gibi geçmiş.
önce şuradan başlayayım; geçen sene bugün hava yine çok sıcaktı, ben evde ortalığı toparladım ve dışarı çıktım. insan her an doğurabilirim düşüncesi ile her yer sürekli tertipli düzenli olsun istiyor ya da ben öyleydim bilmiyorum. evi bildiğin süpürdüm, toz aldım, çamaşırları astım falan... öğleden sonra da anneannemin evine gittim. oradayken biraz huzursuzdum, çok iyi hatırlıyorum. birşeylere söylenip durmuştum. akşama doğru eve dönerken kendime dondurma aldım ve akşam onu yedim. sonrası ceyhun geç gelmişti, biraz sohbet derken yattım.
gece 01:45 te uyandım, yani yattıktan bir saat sonra, tuvalet için kalktım. sonra 02:45 te tekrar uyandım ve bu sefer baktım ki karnım ağrıyor. benim uf puflarımı duyan ceyhun "doğum başlıyor olmasın?" dedi herhalde başlıyor olmaMAsını umarak :) yattığım yerde tekrar ağrıyacak mı, e ağrıdı dakika tutayım o zaman derken baktım olmayacak kalkıp salona geldim. saymaya başladım, sancılar daha seyrekken 10 dk da bir, daha sonra da 10 dk da ikiye çıktı. çok canım yanmıyordu henüz. doktorumuz da sancılar 10 dk da 3 e çıkınca evden çıkarsınız demişti. ben de ceyhun u uyandırdım, duşa gireceğimi söyledim. önce ben, sonra ceyhun duş aldık. saçımı kuruttum, evi son kez bir kolaçan ettim, toparlandık çıktık. saat 05:45 ti.
hastanede beni odaya aldıklarında ise sabahın 6 sı olmuştu ve ben yanımda sadece ceyhun la hastaneye doğum yapmaya gelmiştim! iki ebe beni kontrole geldi ve rahim açıklığının 6 cm olduğunu, yatış yapabileceğimi söylediler. biz de hemen annemleri aradık, çağırdık. ardından odaya koca bir pilates topu geldi. ben de onun üstünde mutlu mesut sancıları beklemeye devam ettim.
tabi ki sancıların şiddeti artmıştı ama hala dayanılır durumdaydı. ta ki saat 8 e kadar! sekizden sonraki 1 saat topu falan bir kenara atmıştım artık. sancı geldiğinde ceyhun a ya da kardeşime sarılıp kendimi bırakıyordum ve dua ediyordum. artık teyzemler de gelmişti, odada bana destek olan bir sürü kişi vardı ama insan bu acıyı kendisi çekiyor işte, annelik böyle başlıyor.
odaya gelen doktorum beni son kez kontrol edip doğumhaneye çıkacağımızı söylediğinde saat 9 du, koluma girdi, 1 kat yukarı merdivenlerden yürüyerek çıktık. ceyhun da peşimizden. canım doktorum Seçil Hanım beni koltuğa yerleştirdi her zamanki yüreklendirici tavrıyla benimle konuşuyordu. "sancı geldiği an itmeye başlayacaksın elif, kesildiğinde sakın itme" dedi. ceyhun sağ yanımda, ebemiz sol yanımda, doktorum karşımda. doğumhanede bir de hastabakıcı vardı ki daha sonra o da bize yardım etti. ilk sancı geldiğinde ben nefesimi tutup dünyaya gelmek üzere olan bebeğimi itmeye çalıştım. ama yeterli olmadı. sonraki bir kaç sancıyı ise "kaçırdım". belim o kadar ağrıyordu ki sancı geldiğinde tek yaptığım bağırmak oldu, malesef.
ceyhun yanımda çaresizce bana destek olmaya çalışıyordu. Seçil Hanım ise bana olayın ciddiyetini anlatmaya çalıştı ve benim "n'olur bana yardım edin,yapamıcaam" diye yakarışlarımı dikkate alarak epidural anestezi yapılması için anestezisti çağırdı. bana katater takıldı. ağrım biraz daha azaltılmış oldu. ceyhun u da artık dayanamayacak gibi gördüler ki dışarı çıkardılar. ebe ve hastabakıcının, en sonunda da kontrol için gelen çocuk doktorunun karnımı baskılaması sonucu ve tabi benim de bir kaç ıkınmam sonucu ece yi Seçil Hanım ın ellerinde gördüm. o da yorgundu bebeğim. saat 09:50 idi. doğumhanede sadece 50 dk kaldık ve ece bu sürenin sonunda dünyaya gelmiş oldu.
onu hemen bakım odasına aldılar, beni de biraz toparlandıktan sonra odama. gitmeden önce ben daha uzanırken yorgun bir şekilde, Seçil Hanım başıma geldi, biraz önceki otoriter tavrının tam tersine bir halde, sadece beni anlayan bir kadın olarak alımdaki saçları eliyle düzeltip beni öptü. o an gerçekten "birşeyi" başardığımı hissettim.
odaya yine yürüyerek gideceğimi zannettim mesela. şimdi aklıma gelince gülüyorum. kapıda ıslanmış gözleriyle canım eşim, canım annem, kardeşim, teyzemler ve sevil beni bekliyorlardı. ben hemen saçımı tarayın, beni giydirin falan demeye başladım :) sonra ece yi yanımıza getirdiler. temizlemişler kuşumu, giydirip getirmişler. nasıl tatlıydı! ama şimdi anlıyorum tatlılığını bu da bir gerçek. o zaman sadece şaşkınlık vardı üzerimde, yüzüne bakıp durdum çocuğumun.
işte doğum hikayen böyle benim tatlı miniğim. şimdi üstünden tam 1 sene geçti. yarın doğumgünün. seni çok seviyoruz. sen bize Allah ın emanetisin, canımızsın. tek duam babanla birlikte seni güzelce, sağlıklı bir şekilde büyütmek. dilerim iyi yürekli, adaletli, merhamet sahibi bir insan olursun büyüyünce. seni tatlı yanaklarından, güzel gözlerinden öpüyorum güzel kızım.
önce şuradan başlayayım; geçen sene bugün hava yine çok sıcaktı, ben evde ortalığı toparladım ve dışarı çıktım. insan her an doğurabilirim düşüncesi ile her yer sürekli tertipli düzenli olsun istiyor ya da ben öyleydim bilmiyorum. evi bildiğin süpürdüm, toz aldım, çamaşırları astım falan... öğleden sonra da anneannemin evine gittim. oradayken biraz huzursuzdum, çok iyi hatırlıyorum. birşeylere söylenip durmuştum. akşama doğru eve dönerken kendime dondurma aldım ve akşam onu yedim. sonrası ceyhun geç gelmişti, biraz sohbet derken yattım.
gece 01:45 te uyandım, yani yattıktan bir saat sonra, tuvalet için kalktım. sonra 02:45 te tekrar uyandım ve bu sefer baktım ki karnım ağrıyor. benim uf puflarımı duyan ceyhun "doğum başlıyor olmasın?" dedi herhalde başlıyor olmaMAsını umarak :) yattığım yerde tekrar ağrıyacak mı, e ağrıdı dakika tutayım o zaman derken baktım olmayacak kalkıp salona geldim. saymaya başladım, sancılar daha seyrekken 10 dk da bir, daha sonra da 10 dk da ikiye çıktı. çok canım yanmıyordu henüz. doktorumuz da sancılar 10 dk da 3 e çıkınca evden çıkarsınız demişti. ben de ceyhun u uyandırdım, duşa gireceğimi söyledim. önce ben, sonra ceyhun duş aldık. saçımı kuruttum, evi son kez bir kolaçan ettim, toparlandık çıktık. saat 05:45 ti.
hastanede beni odaya aldıklarında ise sabahın 6 sı olmuştu ve ben yanımda sadece ceyhun la hastaneye doğum yapmaya gelmiştim! iki ebe beni kontrole geldi ve rahim açıklığının 6 cm olduğunu, yatış yapabileceğimi söylediler. biz de hemen annemleri aradık, çağırdık. ardından odaya koca bir pilates topu geldi. ben de onun üstünde mutlu mesut sancıları beklemeye devam ettim.
tabi ki sancıların şiddeti artmıştı ama hala dayanılır durumdaydı. ta ki saat 8 e kadar! sekizden sonraki 1 saat topu falan bir kenara atmıştım artık. sancı geldiğinde ceyhun a ya da kardeşime sarılıp kendimi bırakıyordum ve dua ediyordum. artık teyzemler de gelmişti, odada bana destek olan bir sürü kişi vardı ama insan bu acıyı kendisi çekiyor işte, annelik böyle başlıyor.
odaya gelen doktorum beni son kez kontrol edip doğumhaneye çıkacağımızı söylediğinde saat 9 du, koluma girdi, 1 kat yukarı merdivenlerden yürüyerek çıktık. ceyhun da peşimizden. canım doktorum Seçil Hanım beni koltuğa yerleştirdi her zamanki yüreklendirici tavrıyla benimle konuşuyordu. "sancı geldiği an itmeye başlayacaksın elif, kesildiğinde sakın itme" dedi. ceyhun sağ yanımda, ebemiz sol yanımda, doktorum karşımda. doğumhanede bir de hastabakıcı vardı ki daha sonra o da bize yardım etti. ilk sancı geldiğinde ben nefesimi tutup dünyaya gelmek üzere olan bebeğimi itmeye çalıştım. ama yeterli olmadı. sonraki bir kaç sancıyı ise "kaçırdım". belim o kadar ağrıyordu ki sancı geldiğinde tek yaptığım bağırmak oldu, malesef.
ceyhun yanımda çaresizce bana destek olmaya çalışıyordu. Seçil Hanım ise bana olayın ciddiyetini anlatmaya çalıştı ve benim "n'olur bana yardım edin,yapamıcaam" diye yakarışlarımı dikkate alarak epidural anestezi yapılması için anestezisti çağırdı. bana katater takıldı. ağrım biraz daha azaltılmış oldu. ceyhun u da artık dayanamayacak gibi gördüler ki dışarı çıkardılar. ebe ve hastabakıcının, en sonunda da kontrol için gelen çocuk doktorunun karnımı baskılaması sonucu ve tabi benim de bir kaç ıkınmam sonucu ece yi Seçil Hanım ın ellerinde gördüm. o da yorgundu bebeğim. saat 09:50 idi. doğumhanede sadece 50 dk kaldık ve ece bu sürenin sonunda dünyaya gelmiş oldu.
onu hemen bakım odasına aldılar, beni de biraz toparlandıktan sonra odama. gitmeden önce ben daha uzanırken yorgun bir şekilde, Seçil Hanım başıma geldi, biraz önceki otoriter tavrının tam tersine bir halde, sadece beni anlayan bir kadın olarak alımdaki saçları eliyle düzeltip beni öptü. o an gerçekten "birşeyi" başardığımı hissettim.
odaya yine yürüyerek gideceğimi zannettim mesela. şimdi aklıma gelince gülüyorum. kapıda ıslanmış gözleriyle canım eşim, canım annem, kardeşim, teyzemler ve sevil beni bekliyorlardı. ben hemen saçımı tarayın, beni giydirin falan demeye başladım :) sonra ece yi yanımıza getirdiler. temizlemişler kuşumu, giydirip getirmişler. nasıl tatlıydı! ama şimdi anlıyorum tatlılığını bu da bir gerçek. o zaman sadece şaşkınlık vardı üzerimde, yüzüne bakıp durdum çocuğumun.
işte doğum hikayen böyle benim tatlı miniğim. şimdi üstünden tam 1 sene geçti. yarın doğumgünün. seni çok seviyoruz. sen bize Allah ın emanetisin, canımızsın. tek duam babanla birlikte seni güzelce, sağlıklı bir şekilde büyütmek. dilerim iyi yürekli, adaletli, merhamet sahibi bir insan olursun büyüyünce. seni tatlı yanaklarından, güzel gözlerinden öpüyorum güzel kızım.
30 Haziran 2011 Perşembe
ece ile tatil
tam bir hafta oldu Antalya da bir tatil yaptık.
daha önceki tatillerin ne olduğunu anlayamamışım ben meğer. değerlerini bilememişim! şimdi düşününce ne kadar rahatlıkmış... zaten ekmek elden su gölden. bir de sadece eşin/sevgilin/arkadaşın vs var. ne istersen onu yapıyorsun, ooohhh!!
oysa bu sefer, ece ne isterse o oldu. gerçi hakkını yemeyeyim çocuğumun, uyumlu davrandı. ama biz de onu üzmedik, yormadık, hep onun düzenine göre davrandık. tüm tatil boyu normalden yarım saat geç uyudu akşamları o kadar.
insanın birşeyi hayal etmesi ile yaşaması farklı şeyler. ben kendimce ihtiyaç duyacağımız herşeyi yanımıza aldım. oturup bir günü nasıl geçiririz diye düşündüm, planladım, yapı gereği(!) :) ama kalacağımız otele gelince ceyhun da ben de sudan çıkmış balıklar gibiydik. "e biz geldik de n'apcaz şimdi?" gibi bir durumumuz olmadı değil:) ece terler mi, sıcaktan rahatsız olur mu, güneş çarpar mı, akşam olur üşür mü, getirdiklerimi yer mi, o olmazsa otelde çıkanlardan neleri yedirebilirim diye diye düşündüm durdum. fakat ilk günden sonra direk ortama uyum sağladım ben. ne nerede, nasıl yemekler çıkıyor falan öğrendikten sonra daha bir rahat ettim. ece de ikinci gün biraz daha rahat etti, sonra alıştı derken bir hafta işte geçiverdi.
geleliiim ayrıntılara. ilk olarak ece "ilk" defa denize girdi bir kere! ama ne oldu? korktu! mıy mıy ağlandı kucağımda miniğim:) ben de çok zorlamadan çıkardım hemen. ama vazgeçmedim de. ikinci ve sonraki günler yine götürdü babası. babası diyorum çünkü ben o kumsal sıcağına dayanamadım pek. daha çok havuza yakın bir ağaç gölgesi oldu tercihim! neyse, denize gidildi, gelindi, vazgeçilmedi. vefakat daha sonraki günler asıl sefamız havuzda oldu. başlara ben enfeksiyon kapar falan diyordum ama 1- havuza girdiğimiz yer cidden kalabalık olmayan, etrafımızda en çok iki kişinin yüzdüğü bir yerdi. 2- bu avrupalı arkadaşlarımız çocuklarını foş foş havuza atıyorlardı! ben eksik mi kalacaktım, hayır! ben de soktum, pişman değilim. yanii tabi ece bir mikrop kapsaydı da hasta olsaydı pişmanların başkanı olurdum belki ama çok şükür olmadı. bir girdi, iki derken alıştı ve dün-ya tat-lı-sı idi :)
benim kafamda çok büyüttüğüm yemek problemimiz vardı. onu da şöyle çözdük: kahvaltılarda zaten bir değişiklik olmadı. ece önce evdeki gibi devam sütü, ekmek, yumurta, peynirle hazırlanan kahvaltısını yedi. sonra da biz yerken yine peynir, pekmez, karpuz tırtıkladı. uyumadan meyvesini yedi ki hazır milupalardan götürmüştüm. öğlen ve akşam yemekleri için allah karşıma otelin 2 aylık da bir çocuğu olan bir şefini çıkardı. kendisi sağolsun hem yedireceklerim konusunda rehberlik etti her gün hem de ekstra sebze püresifalan ne isterseniz ben size hazırlarım dedi. sadece bir akşam ondan brokoli ve havuç püresi istedik. onun haricinde mevcut çıkan çorbaların tümü, yemeklerin içinden alına patates, havuç ve diğer sebzeler mönümüz oldu. balık falan şoklanmış geliyor dedi o yüzden veremedik. akşam üzeri de muhallebisini yiyordu ecoş, derken aç kalmadı yani hiç. oysa tanıştığımız bir ailenin 16 aylık kızları külah, erik, crispi falan yiyerek geçirmiş günlerini mesela.
uykusunda çok şükür bir problem olmadı, çünkü hiç düzenini bozmadık. yani ece bizi hiç üzmedi ama biz de onu üzmedik, zorlamadık. öğlen bir uyku, akşam üzeri kısa bir uyku, gece uykusu normal saatinden en fazlayarım saat geç şeklinde oldu. akşam gösteriydi, müzikti kafasını şişirmedik. sakin bir yer bulup akşamlarımızı orada geçirdik, o da yanımızda pusetinde uyudu. zaten tüm gün yoruluyordu o da herhalde. sonra biz birlikte odaya geçiyorduk ilerleyen bir vakitte.
sosyalleşmenin doruğundaydı ece. gördüğü herkese, ama herkese el salladı, gülücükler saçtı, hatta kucağına gitti, daha da ileri gidip bana gelmedi! çimlerin üstünde onu yürütmeye çalışırken bir kaç adım attı. hepimizden önce "balon"a bir isim taktı, şimdi ne zaman balon görse bırım bırrım diyor :) akşam çocuk kulübüne gittiğimiz yola bakıp ellerini uzata uzata bırıım bırım diyordu orada da, çok tatlıydı. bir de son günümüzde karga demeye başladı, evet bildiğiniz kaa-ga karga diyor hanım.
bizi sorarsanız biz de dinlendik işte, gevşedik. ece nin peşindeydik evet ama zaten beklentileri düşürüp gitmiştik, o yüzden beklediğimizden (!) iyi bir tatil geçirdik geldik. ece kızım inşallah daha senelerce bizimle tatillerine gidecek. annesi babası da sadece o mutlu olduğu için kendilerini iyi hissederek evlerine dönecek.
daha önceki tatillerin ne olduğunu anlayamamışım ben meğer. değerlerini bilememişim! şimdi düşününce ne kadar rahatlıkmış... zaten ekmek elden su gölden. bir de sadece eşin/sevgilin/arkadaşın vs var. ne istersen onu yapıyorsun, ooohhh!!
oysa bu sefer, ece ne isterse o oldu. gerçi hakkını yemeyeyim çocuğumun, uyumlu davrandı. ama biz de onu üzmedik, yormadık, hep onun düzenine göre davrandık. tüm tatil boyu normalden yarım saat geç uyudu akşamları o kadar.
insanın birşeyi hayal etmesi ile yaşaması farklı şeyler. ben kendimce ihtiyaç duyacağımız herşeyi yanımıza aldım. oturup bir günü nasıl geçiririz diye düşündüm, planladım, yapı gereği(!) :) ama kalacağımız otele gelince ceyhun da ben de sudan çıkmış balıklar gibiydik. "e biz geldik de n'apcaz şimdi?" gibi bir durumumuz olmadı değil:) ece terler mi, sıcaktan rahatsız olur mu, güneş çarpar mı, akşam olur üşür mü, getirdiklerimi yer mi, o olmazsa otelde çıkanlardan neleri yedirebilirim diye diye düşündüm durdum. fakat ilk günden sonra direk ortama uyum sağladım ben. ne nerede, nasıl yemekler çıkıyor falan öğrendikten sonra daha bir rahat ettim. ece de ikinci gün biraz daha rahat etti, sonra alıştı derken bir hafta işte geçiverdi.
geleliiim ayrıntılara. ilk olarak ece "ilk" defa denize girdi bir kere! ama ne oldu? korktu! mıy mıy ağlandı kucağımda miniğim:) ben de çok zorlamadan çıkardım hemen. ama vazgeçmedim de. ikinci ve sonraki günler yine götürdü babası. babası diyorum çünkü ben o kumsal sıcağına dayanamadım pek. daha çok havuza yakın bir ağaç gölgesi oldu tercihim! neyse, denize gidildi, gelindi, vazgeçilmedi. vefakat daha sonraki günler asıl sefamız havuzda oldu. başlara ben enfeksiyon kapar falan diyordum ama 1- havuza girdiğimiz yer cidden kalabalık olmayan, etrafımızda en çok iki kişinin yüzdüğü bir yerdi. 2- bu avrupalı arkadaşlarımız çocuklarını foş foş havuza atıyorlardı! ben eksik mi kalacaktım, hayır! ben de soktum, pişman değilim. yanii tabi ece bir mikrop kapsaydı da hasta olsaydı pişmanların başkanı olurdum belki ama çok şükür olmadı. bir girdi, iki derken alıştı ve dün-ya tat-lı-sı idi :)
benim kafamda çok büyüttüğüm yemek problemimiz vardı. onu da şöyle çözdük: kahvaltılarda zaten bir değişiklik olmadı. ece önce evdeki gibi devam sütü, ekmek, yumurta, peynirle hazırlanan kahvaltısını yedi. sonra da biz yerken yine peynir, pekmez, karpuz tırtıkladı. uyumadan meyvesini yedi ki hazır milupalardan götürmüştüm. öğlen ve akşam yemekleri için allah karşıma otelin 2 aylık da bir çocuğu olan bir şefini çıkardı. kendisi sağolsun hem yedireceklerim konusunda rehberlik etti her gün hem de ekstra sebze püresifalan ne isterseniz ben size hazırlarım dedi. sadece bir akşam ondan brokoli ve havuç püresi istedik. onun haricinde mevcut çıkan çorbaların tümü, yemeklerin içinden alına patates, havuç ve diğer sebzeler mönümüz oldu. balık falan şoklanmış geliyor dedi o yüzden veremedik. akşam üzeri de muhallebisini yiyordu ecoş, derken aç kalmadı yani hiç. oysa tanıştığımız bir ailenin 16 aylık kızları külah, erik, crispi falan yiyerek geçirmiş günlerini mesela.
uykusunda çok şükür bir problem olmadı, çünkü hiç düzenini bozmadık. yani ece bizi hiç üzmedi ama biz de onu üzmedik, zorlamadık. öğlen bir uyku, akşam üzeri kısa bir uyku, gece uykusu normal saatinden en fazlayarım saat geç şeklinde oldu. akşam gösteriydi, müzikti kafasını şişirmedik. sakin bir yer bulup akşamlarımızı orada geçirdik, o da yanımızda pusetinde uyudu. zaten tüm gün yoruluyordu o da herhalde. sonra biz birlikte odaya geçiyorduk ilerleyen bir vakitte.
sosyalleşmenin doruğundaydı ece. gördüğü herkese, ama herkese el salladı, gülücükler saçtı, hatta kucağına gitti, daha da ileri gidip bana gelmedi! çimlerin üstünde onu yürütmeye çalışırken bir kaç adım attı. hepimizden önce "balon"a bir isim taktı, şimdi ne zaman balon görse bırım bırrım diyor :) akşam çocuk kulübüne gittiğimiz yola bakıp ellerini uzata uzata bırıım bırım diyordu orada da, çok tatlıydı. bir de son günümüzde karga demeye başladı, evet bildiğiniz kaa-ga karga diyor hanım.
bizi sorarsanız biz de dinlendik işte, gevşedik. ece nin peşindeydik evet ama zaten beklentileri düşürüp gitmiştik, o yüzden beklediğimizden (!) iyi bir tatil geçirdik geldik. ece kızım inşallah daha senelerce bizimle tatillerine gidecek. annesi babası da sadece o mutlu olduğu için kendilerini iyi hissederek evlerine dönecek.
31 Mayıs 2011 Salı
diyetsel... pufffff...
evet kilo vermek güzel, ama diyet yapmak kötü! artık sıkıldım, dondurma yemek istiyorum, çilek yemek istiyorum, hem de birer kilo!
Dukan ım nasıl gidiyor dersek? iyi çok şükür. oniki kilo verdim. 12. böyle söyleyince yinelemek geliyor içimden, aferin diyorum kendime. amaaa daha yol var tabi. bir kere ilk koyduğumuz hedefe 1,5 kg var. ben biraz şımarıklık yaparak, biraz da " e veriyorum işte daha da vereyim madem" diyerek bunu 3,5 kg a çekmek istiyorum, bakalım dayanabilirsem.
haftada 2 gün saf protein, 5 gün protein+sebze olarak gitmesi gereken diyetimi bazen sadece s+p şeklinde yapıyorum, bu da var. sabahları kahvaltıda yiyeceğim salatalık ya da domates çok çekici geliyor, inadına. öğlen ton balıklı bir salata, akşam kırmızı et veya tavuk, günlük bir menüm böyle olabiliyor. bu güzel tabi ama dediğim gibi haftanın 2 günü mesela şöyle olmalı: sabah peynir ve yumurta; öğlen et- tavuk- balık; akşam öğlen seçeneklerinden yine biri. ama bu zor oluyor işte bazen.
bir de... aslında artık benim için asıl mesele... spor. spor yapmam lazım! ama yapmıyorum, yapamıyorum, tembelim ben, tembel!
belki ben hiç öyle çok zayıf biri olmadım ama eskiden bu kilodayken de böyle görünmüyordum. burası çok net. hamilelik işte. genişliyorsun, sonra tekrar çekiyorsun. deri kendini kilo verme işi bittikten sonra 6 ayda toparlıyormuş. bu toparlamaya da yardımcı olmak için ne yapmak lazım, spor. bir de yanlanma meselesi var ki ben ona hiç girmeyeyim sağolsun Blogcu Anne Elif, anlatılması gerekenleri çook güzel anlatmış, burada.
bu yazı nasıl oldu şimdi? başarı var ama sızlanma dolu. ne yapayım, zor, açım :)
![]() |
bunnar gibi olcam! |
Dukan ım nasıl gidiyor dersek? iyi çok şükür. oniki kilo verdim. 12. böyle söyleyince yinelemek geliyor içimden, aferin diyorum kendime. amaaa daha yol var tabi. bir kere ilk koyduğumuz hedefe 1,5 kg var. ben biraz şımarıklık yaparak, biraz da " e veriyorum işte daha da vereyim madem" diyerek bunu 3,5 kg a çekmek istiyorum, bakalım dayanabilirsem.
haftada 2 gün saf protein, 5 gün protein+sebze olarak gitmesi gereken diyetimi bazen sadece s+p şeklinde yapıyorum, bu da var. sabahları kahvaltıda yiyeceğim salatalık ya da domates çok çekici geliyor, inadına. öğlen ton balıklı bir salata, akşam kırmızı et veya tavuk, günlük bir menüm böyle olabiliyor. bu güzel tabi ama dediğim gibi haftanın 2 günü mesela şöyle olmalı: sabah peynir ve yumurta; öğlen et- tavuk- balık; akşam öğlen seçeneklerinden yine biri. ama bu zor oluyor işte bazen.
bir de... aslında artık benim için asıl mesele... spor. spor yapmam lazım! ama yapmıyorum, yapamıyorum, tembelim ben, tembel!
belki ben hiç öyle çok zayıf biri olmadım ama eskiden bu kilodayken de böyle görünmüyordum. burası çok net. hamilelik işte. genişliyorsun, sonra tekrar çekiyorsun. deri kendini kilo verme işi bittikten sonra 6 ayda toparlıyormuş. bu toparlamaya da yardımcı olmak için ne yapmak lazım, spor. bir de yanlanma meselesi var ki ben ona hiç girmeyeyim sağolsun Blogcu Anne Elif, anlatılması gerekenleri çook güzel anlatmış, burada.
bu yazı nasıl oldu şimdi? başarı var ama sızlanma dolu. ne yapayım, zor, açım :)
30 Mayıs 2011 Pazartesi
şikayetim var
size de olur mu bilmem ama ben bazen hiç birşeye yetişemediğimi yetemediğimi hissediyorum. gün içinde yaptıklarımdan çok yapamadıklarım kafamı dolduruyor.
tüm aklımı ece ye versem? kendimi daha hafif hissederim. çünkü benim elimde bir yavrucuk var ve ben ona neyi verirsem onu alacak, onu öğrenecek. onu ihmal etme düşüncesi beni çok derinden ama çok fazla üzüyor. bunu anlamsızca ece yi anneme bırakıp bir yere gittiysem hissediyorum akşam eve dönüşte. -ki saçma bir düşünce olduğunu tabi ki biliyorum, zira şu anda çalışıyor olabilirdim ve onu her gün bırakacaktım o zaman.
ece yanımda diyelim ve mutfaktayız. ben sabah saatleri yemek işini hallederim genelde. yemek yaparken eceyle bir beş dakika mesela hiç konuşmamışım. hemen bir kurt içimi kemirmeye başlıyor: "konuşma konuşma tabi, yemek yap. çocuk konuşmayı da öğrenemezse görürsün, gidip aşçı ol o zaman istersen." gibi...
ağır değil mi? bence ağır, içimden yükselen ses bu oluyor.
ben ece yi alıp hareket-aktif oyunlar oynayamıyorum. mesela yerde emekleyerek kovalamaca falan gibi. daha çok önümüze oyuncak alıp seslerini taklit etme, şarkı söyleme ya da kitaplarını okuyup hangisi elma, hangisi portakal gibi soru sormalar oyunlarımız. bunlar da sabah saatlerine denk geliyor genelde. sabah kahvaltıdan sonra ece yi temizle pakla, üst baş değiştir, oyunlar oyna, öpüş koklaş, uykudan sonra çık gez... hepsini yapabiliyorsam benden iyisi, mutlusu yok.
aklımı sadece eşime versem? kendimi daha içim rahat hissederim. çünkü ne yaparsan yap "koca"yı biraz ihmal ediyorsun bu ilk annelik zamanlarında. eskiden daha bakımlı, daha enerjik, daha güncel vs vs iken şimdi önceliğini bebeğine vermiş bir eş oluyorsun.
bizde ilk akla gelen yemeğiydi, ütüsüydü gibi klasik şeyler aksamıyor da eskiye göre paylaşımlar biraz aksıyor ya da aksıyor-du demeliyim. bu günlerde haftada bir gün falan beraber dışarı çıkıyoruz, biraz vakit geçirebiliyoruz. he ille dışarı çıkmak mıdır bir sohbet edebilmek demek. tabi ki değil ama uzun süre flört etmekten belki de insan "dışarı"yı arıyor :)
sonuçta ceyhun akşam normal bir vakitte eve gelmiş, yemeğimizi beraber yemiş, bir bardak çay içip iki kelam edebildiysek benden iyisi, mutlusu yok.
aklımı sadece işe güce versem? kendimi daha sakin hissederim. çünkü dedim ya yapamadıklarım hep aklımda. belki bu yüzden evin görüne yüzünü hep toplu tutmaya çalışıyorum ve bu belki benim için bir problem oluşturacak böyle giderse. çünkü salondaki onbeş bin yastıklı koltuklarımızın yastıklarını düzeltirken buluyorum kendimi hep.
oysa eve gelen yardımcı ablanın haricinde ben de evi haftanın bir günü temizlesem... ütüyü çamaşır kuruduğu gibi yapabilsem...evde hep hem ece için hem bizim için yemek olsa... dolapların içi hep tertipli, düzenli olsa... eskisi gibi hazırlıklar yapıp misafir ağırlayabilsem... buzdolabı ya da kiler dolabı hep eksiksiz olsa... o zaman benden iyisi, mutlusu yok. -olurdu :)
aklımı sadece kendime versem? yok, geçmiş olsun artık mı? ama söylemek istediğim haftanın üç günü kuaföre gitmek, kalanlarda alışverişe çıkmak, arkadaşlarla kahvaltılar, beş çayları, konserler değil. ama cidden bir gün kuaför olsa iyi olur :) söylemek istediğim eline aldığım bir kitap-dergi-gazeteyi aklını vererek okuyabilmek, kendi özeline biraz vakit ayırabilmek, belki haftanın bir günü istediğim yemek kursuna gidebilmek. bu arada ece siz dışarı çıkabilmek konusunda ise annemin hakkını yiyemem, sağolsun istediğim zaman çıkabiliyorum. sınırsız süreler değil tabi ama yeterli.
işe devam etseydim ya da çalışıyor olsaydım ihtimaline hiç girmek istemiyorum, çünkü tamamen varsayımsal olacak. ama yukarıdakilerin hepsini yapabiliyor olsaydım benden iyisi, mutlusu olmazdı.
aklımı bunların hepsine birden versem? vermeye çalışsam? işte günümüz şartlarına geliyorum. çok şükür tabi ki yaşam koşullarımdan şikayetçi biri değilim. hayatımın hiç bir döneminde de olmadım. belki çoğu kadına göre kısıtlı, çoğu kadına göre de çok iyi şartlara sahibim. ben "kendi durumumu" yazıyorum, anlatıyorum. bu haldeyken işte ben herşeye yetişememekten şikayetçiyim. bunu düzeltmeye uğraşıyorum.
tüm aklımı ece ye versem? kendimi daha hafif hissederim. çünkü benim elimde bir yavrucuk var ve ben ona neyi verirsem onu alacak, onu öğrenecek. onu ihmal etme düşüncesi beni çok derinden ama çok fazla üzüyor. bunu anlamsızca ece yi anneme bırakıp bir yere gittiysem hissediyorum akşam eve dönüşte. -ki saçma bir düşünce olduğunu tabi ki biliyorum, zira şu anda çalışıyor olabilirdim ve onu her gün bırakacaktım o zaman.
ece yanımda diyelim ve mutfaktayız. ben sabah saatleri yemek işini hallederim genelde. yemek yaparken eceyle bir beş dakika mesela hiç konuşmamışım. hemen bir kurt içimi kemirmeye başlıyor: "konuşma konuşma tabi, yemek yap. çocuk konuşmayı da öğrenemezse görürsün, gidip aşçı ol o zaman istersen." gibi...
ağır değil mi? bence ağır, içimden yükselen ses bu oluyor.
ben ece yi alıp hareket-aktif oyunlar oynayamıyorum. mesela yerde emekleyerek kovalamaca falan gibi. daha çok önümüze oyuncak alıp seslerini taklit etme, şarkı söyleme ya da kitaplarını okuyup hangisi elma, hangisi portakal gibi soru sormalar oyunlarımız. bunlar da sabah saatlerine denk geliyor genelde. sabah kahvaltıdan sonra ece yi temizle pakla, üst baş değiştir, oyunlar oyna, öpüş koklaş, uykudan sonra çık gez... hepsini yapabiliyorsam benden iyisi, mutlusu yok.
aklımı sadece eşime versem? kendimi daha içim rahat hissederim. çünkü ne yaparsan yap "koca"yı biraz ihmal ediyorsun bu ilk annelik zamanlarında. eskiden daha bakımlı, daha enerjik, daha güncel vs vs iken şimdi önceliğini bebeğine vermiş bir eş oluyorsun.
bizde ilk akla gelen yemeğiydi, ütüsüydü gibi klasik şeyler aksamıyor da eskiye göre paylaşımlar biraz aksıyor ya da aksıyor-du demeliyim. bu günlerde haftada bir gün falan beraber dışarı çıkıyoruz, biraz vakit geçirebiliyoruz. he ille dışarı çıkmak mıdır bir sohbet edebilmek demek. tabi ki değil ama uzun süre flört etmekten belki de insan "dışarı"yı arıyor :)
sonuçta ceyhun akşam normal bir vakitte eve gelmiş, yemeğimizi beraber yemiş, bir bardak çay içip iki kelam edebildiysek benden iyisi, mutlusu yok.
aklımı sadece işe güce versem? kendimi daha sakin hissederim. çünkü dedim ya yapamadıklarım hep aklımda. belki bu yüzden evin görüne yüzünü hep toplu tutmaya çalışıyorum ve bu belki benim için bir problem oluşturacak böyle giderse. çünkü salondaki onbeş bin yastıklı koltuklarımızın yastıklarını düzeltirken buluyorum kendimi hep.
oysa eve gelen yardımcı ablanın haricinde ben de evi haftanın bir günü temizlesem... ütüyü çamaşır kuruduğu gibi yapabilsem...evde hep hem ece için hem bizim için yemek olsa... dolapların içi hep tertipli, düzenli olsa... eskisi gibi hazırlıklar yapıp misafir ağırlayabilsem... buzdolabı ya da kiler dolabı hep eksiksiz olsa... o zaman benden iyisi, mutlusu yok. -olurdu :)
aklımı sadece kendime versem? yok, geçmiş olsun artık mı? ama söylemek istediğim haftanın üç günü kuaföre gitmek, kalanlarda alışverişe çıkmak, arkadaşlarla kahvaltılar, beş çayları, konserler değil. ama cidden bir gün kuaför olsa iyi olur :) söylemek istediğim eline aldığım bir kitap-dergi-gazeteyi aklını vererek okuyabilmek, kendi özeline biraz vakit ayırabilmek, belki haftanın bir günü istediğim yemek kursuna gidebilmek. bu arada ece siz dışarı çıkabilmek konusunda ise annemin hakkını yiyemem, sağolsun istediğim zaman çıkabiliyorum. sınırsız süreler değil tabi ama yeterli.
işe devam etseydim ya da çalışıyor olsaydım ihtimaline hiç girmek istemiyorum, çünkü tamamen varsayımsal olacak. ama yukarıdakilerin hepsini yapabiliyor olsaydım benden iyisi, mutlusu olmazdı.
aklımı bunların hepsine birden versem? vermeye çalışsam? işte günümüz şartlarına geliyorum. çok şükür tabi ki yaşam koşullarımdan şikayetçi biri değilim. hayatımın hiç bir döneminde de olmadım. belki çoğu kadına göre kısıtlı, çoğu kadına göre de çok iyi şartlara sahibim. ben "kendi durumumu" yazıyorum, anlatıyorum. bu haldeyken işte ben herşeye yetişememekten şikayetçiyim. bunu düzeltmeye uğraşıyorum.
17 Mayıs 2011 Salı
10 10 10!
biraz geç kalmış bir yazı olacak ama kızımın onuncu ayına dair bir not da olsun istedim, o yüzden geç de olsa yazıyorum.
ece kuşum 10. ayını da devirdi. bana öyle geliyor ki bu sanki dersin çocuk on yaşına bastı. zaman gerçekten çok çabuk geçiyor. ne zaman hamileydim, hamileliğimi nasıl geçirdim, doğum oldu olacak, doğdu, emdi derken bir bakmışsın doğumgünü konularını konuşmaya başlamışsın! düşününce o ilk zamanların ne yapacağını bilemez halleri falan komik geliyor insana. şimdi çok tecrübe kazanmışım gibi konuşmak istemem ama insana ikinci bir çocuğu hemen veriverseler bazı konularda ilkine göre tam zıttı davrandığını görürüz herhalde.
neyse ben ece nin geçen ayından bahsedeyim. daha önce de yazmıştım ece için yaramaz ya da huysuz bir çocuk diyemem fakat bu kız çok ha-re-ket-li! hiiç yerinde durmuyor. bir yere bakarken arkasındaki ile de ilgileniyor, ona da göz kaş yapıyor. bazen bu yüzden konsantrasyon sağlayamadığını düşünsem de bazen de eline aldığı şeye öyle bir dikkatli bakıyor ki beni kendime ters düşürüyor.
onuncu ayda doktorumuzun söylediğinin aksine yemek olayında bir değişiklik yapmamıştım, yapamamıştım. yine çorbalı, yoğurtlu, muhallebili gittim.emzirmem artık gecede bir kere olduğu için devam sütüne biraz daha ağırlık vermeye çalıştım. yani çocuk katı birşeylerden ziyade sıvı alarak beslendi yine. ama kontrolde sağolsun Mehmet Bey "artık sizin sofranızda ne varsa yiyebilir, kocaman çocuk bu" diye üstüne basa basa söyleyince şu günlerde biraz daha sofra yemeklerine dönmüş bulunuyorum. geç kaldım mı? zannetmiyorum, ama geç kalmaktan da korkuyordum, çünkü etrafımdan 4 yaşına kadar herşeyi rondolanmış yiyen çocuklar falan duydum ki dilerim şu zamandan sonra öyle bir durum yaşamayız.
fiziksel olarak ise hemen ayını doldurduğu günlerde ece ilk defa desteksiz ayakta durmayı başardı, öncelikle bunu yazayım. hatta gününü de yazayım kendime not olsun: 7-5-2011. ama henüz adım atmak gibi bir durum olmadı. ellerinden tutarsak bizimle yürüyebiliyor ya da koltuğun bir ucundan bir ucuna gidebiliyor ama desteksiz daha yok. emekleme konusunda ise son derece hızlı, pırr diye açılan mutfak dolabının kenarında bitebiliyor benim ecoşum. çok güzel el sallıyor, şarkılarda kolaarını kavuşturup eşlik etmesi var ki görülmeye değer. he bir de artık o bir 4diş. gülünce mercimek gibi onlar görünüyor ağzında.
uykusunu ise artık biraz değiştirecek gibi. sanki gündüz uykularını teke düşürmeye çalışıyor. akşama doğru şekerlemesine artık pek düşmüyor. ki buradaki tabloya bakarsak bunun yanlış bir eğilim olduğunu görebiliriz. gece daha önceki gibi bazen güzelce uyurken bazen de uyanıp gündüzmüş gibi davranabiliyor.
bunların haricinde ise artık havalar ısındı, daha çok dışarı çıkıp açık havada kalabiliyoruz. tabi bunun için yeni ürünlerimiz oldu, misal şapka, bandana, güneş kremi gibi. parka gidip ece yi salıncağa bile bindirdim. yazın çocuklar serpilir büyür derler ya ben de ece den o performansı bekliyorum, büyüsün, yürüsün, konuşsun artık :)
ece kuşum 10. ayını da devirdi. bana öyle geliyor ki bu sanki dersin çocuk on yaşına bastı. zaman gerçekten çok çabuk geçiyor. ne zaman hamileydim, hamileliğimi nasıl geçirdim, doğum oldu olacak, doğdu, emdi derken bir bakmışsın doğumgünü konularını konuşmaya başlamışsın! düşününce o ilk zamanların ne yapacağını bilemez halleri falan komik geliyor insana. şimdi çok tecrübe kazanmışım gibi konuşmak istemem ama insana ikinci bir çocuğu hemen veriverseler bazı konularda ilkine göre tam zıttı davrandığını görürüz herhalde.
neyse ben ece nin geçen ayından bahsedeyim. daha önce de yazmıştım ece için yaramaz ya da huysuz bir çocuk diyemem fakat bu kız çok ha-re-ket-li! hiiç yerinde durmuyor. bir yere bakarken arkasındaki ile de ilgileniyor, ona da göz kaş yapıyor. bazen bu yüzden konsantrasyon sağlayamadığını düşünsem de bazen de eline aldığı şeye öyle bir dikkatli bakıyor ki beni kendime ters düşürüyor.
onuncu ayda doktorumuzun söylediğinin aksine yemek olayında bir değişiklik yapmamıştım, yapamamıştım. yine çorbalı, yoğurtlu, muhallebili gittim.emzirmem artık gecede bir kere olduğu için devam sütüne biraz daha ağırlık vermeye çalıştım. yani çocuk katı birşeylerden ziyade sıvı alarak beslendi yine. ama kontrolde sağolsun Mehmet Bey "artık sizin sofranızda ne varsa yiyebilir, kocaman çocuk bu" diye üstüne basa basa söyleyince şu günlerde biraz daha sofra yemeklerine dönmüş bulunuyorum. geç kaldım mı? zannetmiyorum, ama geç kalmaktan da korkuyordum, çünkü etrafımdan 4 yaşına kadar herşeyi rondolanmış yiyen çocuklar falan duydum ki dilerim şu zamandan sonra öyle bir durum yaşamayız.
fiziksel olarak ise hemen ayını doldurduğu günlerde ece ilk defa desteksiz ayakta durmayı başardı, öncelikle bunu yazayım. hatta gününü de yazayım kendime not olsun: 7-5-2011. ama henüz adım atmak gibi bir durum olmadı. ellerinden tutarsak bizimle yürüyebiliyor ya da koltuğun bir ucundan bir ucuna gidebiliyor ama desteksiz daha yok. emekleme konusunda ise son derece hızlı, pırr diye açılan mutfak dolabının kenarında bitebiliyor benim ecoşum. çok güzel el sallıyor, şarkılarda kolaarını kavuşturup eşlik etmesi var ki görülmeye değer. he bir de artık o bir 4diş. gülünce mercimek gibi onlar görünüyor ağzında.
uykusunu ise artık biraz değiştirecek gibi. sanki gündüz uykularını teke düşürmeye çalışıyor. akşama doğru şekerlemesine artık pek düşmüyor. ki buradaki tabloya bakarsak bunun yanlış bir eğilim olduğunu görebiliriz. gece daha önceki gibi bazen güzelce uyurken bazen de uyanıp gündüzmüş gibi davranabiliyor.
bunların haricinde ise artık havalar ısındı, daha çok dışarı çıkıp açık havada kalabiliyoruz. tabi bunun için yeni ürünlerimiz oldu, misal şapka, bandana, güneş kremi gibi. parka gidip ece yi salıncağa bile bindirdim. yazın çocuklar serpilir büyür derler ya ben de ece den o performansı bekliyorum, büyüsün, yürüsün, konuşsun artık :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)