bir şey aramak isterseniz

23 Şubat 2011 Çarşamba

eski anneler, yeni anneler

en son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: herkesin her konuda fikri var arkadaş!

tabi ki bu tavsiye/öğüt verme işi hamileyken başlıyor ama bana herhalde o zaman sevimli geliyordu. bir de ben nasıl olsa okuyup, danışıp doğrusunu öğrenirim diyerek gülümseyerek karşılık veriyordum. ama çocuk doğunca "kendi doğru bildiğimi yaparım" olmuyor. çünkü artık bebeğin doğruları ekleniyor işin içine. sen bununla baş etmeye çalışırken, kendini bebeğe, bebeği kendine uydurmaya uğraşırken etraftaki herkesin de söyleyecek şeyleri olduğunu görüyorsun.

bundan sonra söyleyeceklerimi "e onlar da kötülük için söylemiyorlar herhaldee" parantezinde okumanızı rica ederim. tamam biliyoruz, kimse kötülük için söylemiyor. ama uzatabiliyorlar :)

ilk konu tabi ki emzirme. bol su iç, ok. komposto da iç, olur. süt de lazım, tamam. taze soğan da çok süt yapar, hayııııırrr! yoo, bana kimse uzun uzun öyle o soğanları yediremezdi, soğan soğan kokamazdım, değil mi ama? herkes kendi tecrübesini anlatıyor. kendi çocuğu olmayan da tanıdıklarında örnek gösteriyor. sık emzir, ara vermedin, çok emzirmedin, çekti, çekemedi vs vs.

oysa sabırla anlatmaya başlamıştım önce. bebek öyle yarım saat bir memede kalmamalıymış, zaten 8-10 dk. da içebileceği kadar alıyormuş, yoksa göğüs uçları zaten  yara olurmuş diye. fakat bir yerden sonra insan cidden sıkılmaya başlıyor. şimdilerdeki konumuz ise çok ara vererek emzirmem. arkadaşlar, ece artık katı gıda da alıyor! eski sıklıkta süt de içerse çocuk günün her saati birşeyler yemiş içmiş olur, diyorum, anlatamıyorum.

en dertli olduğum konuy uzunca yazdıktan sonra :) duyduklarımdan diğer örnekler emzik vermek ya da vermemek, kucağa almak - almamak, yatağında ya da pusetinde uyutmak, dışarı çıkarmak - çıkarmamak gibi gibi gibi...

oysa şu çok çok az tecrübeli olduğum şu anda bile anladım ki tek bir doğru yok. bütün bebekler farklı. tabi ki çok temel şeyleri tüm bebeklere aynı şekilde uyguluyoruz. bebeği iştahsız diye hiç yemek vermeyen ya da emzirmeye anne gördük mü? hayır. ama bu durumda bebeği istedikçe yemek veren ya da sürekli ağzına bir şeyler tıkıştırmaya çalışan anneler görüyoruz öyle değil mi? zaten herşeyin tek bir çözüm yolu olsa tüm kardeşler apaynı alışkanlıklara sahip bireyler olmaz mıydı?

konunun bir de benim kendimce yorumladığım ters yönü var. o da bu yaşadığımız modernitenin negatif sonucu bana göre. geçenlerde canım arkadaşım sevil benimle şunu paylaştı: emziği geç yaşta bırakmış. bırakması da emziğin " sana yenisini alacağız " denilerek sobaya atılmasıyla olmuş. "bir daha da almadılar biliyor musun?" dedi bana içli içli :) bu olay şimdi olsa o çocuk bunalıma girmiş kabul edilirdi, uykular uyuyamazdı. anne ve baba onunla "bu durum" hakkında bir konuşma yapmak isterlerdi. ama kendilerinin bu konuşmayı yapmalarının uygun olmayacağına karar verip çocuğu bir psikoloğa götürürlerdi. "durum" çocuğu çok etkilemiş olurdu, bundan sonra ona göre davranılırdı.

bizler ya da bizden önceki nesiller ise - tabi ki ağır, çocuğu aşağılayan, hatta şiddet uygulayan otoriteler için konuşmuyorum- böyle böyle büyüdük. arkadaşımız elimizden ödevimizi de (ç)aldı, emziğimiz geri verilmemek üzere elimizden de alındı, annelerden azar da duyduk.  ama büyüdük, belki çok kırılgan olmamamıza sebep oldu bu şekilde büyütülmek, şımarmadık. oysa bugünün çocuklarının çok "fazla" hassas yetiştirildiğini düşünüyorum, görüyorum. onları hayata hazırlıyoruz ama kendi yaşatacağımız hayata. sonrası için ise biraz eksik kalıyorlarmış gibi geliyor.

dediğim gibi "herkesin bir fikri var". bunlar da benimkiler.

not : sevil iyi. tanıdığım en sağlam karakterli insanlardan hatta :)

22 Şubat 2011 Salı

uzun bir ara

- yazı yazmamış oldum, tam 20 gün olmuş. bir problem yok çok şükür, sadece elim gitmdi bir türlü yazmaya. bu arada neler yaptık, neler oldu:

* ece artık gerçekten "anne" diyor. bana dediğini bilmiyor elbette ama keyfi yerindeyken anneenneenne diye sıralıyor kuzum. bir de biri karşısında sakız çiğnesin ya da belirgin dudak hareketleriyle birşeyler söylesin hemen o küçük dudaklarıyla onu taklit etmeye çalışıyor.

* yedinci ay kontrolünde ece nin yine sadece 300 gr aldığını öğrendik. ama doktorumuz ece nin yapısı gereği bunun böyle olduğunu, kilonun çok da önemli olmadığını, büyüme göstergesinin boy uzaması olduğunu hatırlattı, içimizi rahatlattı.

* birlikte bayağı bir gezdik şu geçen zamanda, gezmelere biraz daha alıştık. tabi nereye gidersek gidelim en geç 21:00 da evdeyiz, yoksa uykusu pek bir kayıyor, gece çok huzursuz olup, sürekli uyanıyor.

* anne sütüne azalarak devam ediyoruz. geceler daha verimli, gündüz iki kere falan alıyor.

* ece kusmayı öğrendi. öğrendi diyorum çünkü eskiden böyle zırt pırt çıkarmazdı. şimdi özellikle katı bir şeyler vermeye çalıştığımda o da öğürmeye çalışıyor.

* bugün ilk defa et yedi ki bu benim için çok önemliydi nedense, kendim sevmiyorum ya belki o yüzdendir. bana sanki ağır gelir gibi gelmişti ama zannedersem çorbanın içinde pek hissetmedi.

* sobelemek ne demek öğrendim, sağolsun blogcu anne elif bana öğretti.

* ben yazmadım ama çok okudum. hem kitap, hem köşe yazıları, hem de blogları okudum. blogcu anne ve slingomom da görüp sobelerini üstüme alındığım bir kaç konu var onlarla ilgili ben de yazmayı planlıyorum.

* diyet meselesinde kendimi bir nekahat evresine aldım :) beş kilodayım. hemen aynı azimle devam edeceğim.

* ücretsiz iznimi bitmesine pek az bir zaman kaldı. bu demektir ki dokuz buçuk aydır evdeyim. henüz hiç sıkılmadım.

* her gün ütü yapıyorum! bunu kendim için yazıyorum. olayı net olarak ortaya koymak için. her evde böyle mi bilmiyorum, her gün makine çalışıyor, dolayısıyla biriktirmek de istemediğimden her gün ütü yapıyorum. daha çok ece nin giysileri. neyse ki ev işlerinden tek sevdiğim ütü. vakit problemi yoksa kafamı dağıtıyor.

özet bu şekilde. artık bu kadar uzun ara vererek yazmamaya çalışacağım, sözüm söz.

2 Şubat 2011 Çarşamba

bunlar da benim taşlarım

madem eteklerimizdeki taşları döküyoruz :)

daha önce de yazmıştım, hamileliğim çok rahat ve güzel geçti diye. sadece en başta ufak bir kanama problemim olmuştu, onu da bir beş günlük istirahat ile atlatmıştık. zaman zaman gayet stresli olabilen banka ortamında 32. haftamın sonuna kadar çalıştım. ilk üç aydaki domuz gribi olacak mıyım, oldum mu, olursam kesin birimizden birimiz, ben olursam direk ikimiz ölür müyüz paranoyası dışında hamileliğimi mutlu mesut geçirdim.

hep normal doğumu düşündüm, bunda anestezi korkusunun da etkisi vardı tabi. fakat doktorumun da yüreklendirmesi ile gerçekten bu işi başarabileceğime inandım. 32. haftadan sonra evdeyken de keyiflice vakit geçirerek yolculuğun sonuna geldim ve normal doğumla bebeğimi dünyaya getirdim. doğumum da sorunsuz geçti. hastanede geçen bir gecenin ardından - ki o akşam  odada bir ara herhalde otuz kişi olmuştur- evimize geldiiiik.

ben okuyan bir insanımdır. ilgili olduğum konuyla alakalı, eskiden beri okuyup öğrenme alışkanlığım vardır. hamilelik de böyle geçti. bu hafta neler oluyormuş, bebek nasıl büyüyormuş, ne hissediyormuş, doğum nasıl olmalı, neler yapmalı, nasıl beslenmeliyim, ne iyi gelir vb. merak ettim, sordum, okudum. ama bir kişi de bana demedi mi sonra ne olacak ona da bak ! tamam emzirme eğitimi verdi doktorum, lohusalıkla da ilgili konuşuyordu ama benim aklım neredeydi?! bebek eline gelince ne yapacaksın elif, bunu hiç düşünmemiş miydim acaba ? doktorum bununla ilgili şöyle birşey söylemişti: "ben buna çalışan hamile sendromu diyorum. yani biz çalışan anne adayları hamileliği bir proje gibi algılıyoruz, en iyi şekilde geçirmeye çalışıyoruz, doğurunca proje tamamlanmış oluyor. bebekle ilgilenmekse sonsuz bir iş. bu sefer bu batıyor, ee hani benim işim bitmemiş miydi diyoruz." belki sadece çalışana anneler değil hamileliği amaç edinen tüm anne adayları için geçerli olabilir bu ifade.

ece huysuz bir bebek değil. ama ilk eve geldiğimiz gece cıyak cıyak ağlamaya başladı. uyumadı. annem neyseki bizimleydi. onun gayretleri ile onu uyutmaya çalıştık. ben bir yandan da emzirmeye çalışıyordum. memeyi alıyordu ama süt geliyor mu bilemiyordum. annem, anneannem, teyzem ve ben evdeki ikinci gün süt gelmediğine karar verdik ve kardeşimi mama ile biberon almaya eczaneye gönderdik. neyse ki eczacımız onu geri göndermiş, emzirmeye devam, vazgeçmek yok, bebek çektikçe süt gelecek demiş. bugün ona nasıl minnettarım. bu arada ece nin sarılığı da olmuştu. bu ne demek onu bile bilmiyordum aslında. hemen düzelmesini istiyordum sadece.

evde yatak odamdan hiç çıkmıyordum, salona falan geçersem ece ağlasa duyamayacakmışım gibi geliyordu. sanki ev 500 metrekare. uyumuyorsa emzirip yanıma yatırıyordum, uyuyorsa pusetine koyup başında bekliyordum, nefesini dinliyordum.

bu arada yakınlarımız, arkadaşlarımız bizi ziyaret ediyorlardı. o sıra hiç kimseyle ne konuştuğumu, neler yaptığımı hatırlamıyorum bile. gelen herkes evde zaten olmayan düzeni daha da bozuyor gibi geliyordu. insanlar gelip giderken, ki hiç hınca hınç dolu falan olmadı ev, tüm yakınlarımız da gayet anlayışlı bir şekilde gel, gör, ayrıl şeklinde ziyaretlerini yapıyordu. yani problem hiç kimsede değil, bendeydi. en yakın arkadaşım bile bizden çıktığında ağlamaklı olmuş bir kaç kere, elif artık hep böyle mi olacak diye, bir diğer en yakınım "yüzün karanlıktı elif" diyor bana bugün. annemin bir arkadaşı ise elif e söyleyin yüzünü düzeltsin demiş, hiç "yeni doğum yapan kadın" a benzemiyormuşum. neyse insanlar gelip giderken benim derdim eğer ece uyuyorsa uyanacak, uyumuyorsa bir derdi var kesin şeklindeydi. o olmadı diyelim yalnızız uyuyor, çok uyudu bir daha uyumayacak; uyumuyor öff bir uyusa da iki dakika öyle boş boş dursam! dursam diyorum çünkü ben ece uyurken uyuyamıyordum gündüz. beynim çalışmayı hiç bırakmıyordu. şimdi ne olacak, annem gidince ne yapacağım, ceyhun la bir daha hiç başbaşa kalabilecek miyim vs vs.

ilk haftadan sonra bu aşırı kaygı hali biraz geçmekle birlikte görüntüm şu şekildeydi: geçtiğimiz seneki aşırı sıcaklardan üstümde bir plaj elbisesi, saçlarım tepemde bir deli kadın topuzu, bir orda bir burada emzirmeye çalışmak, birşeyler içmeye zorlanmak, beş karış surat. göğüs acısı, sürülen doğal yağlı kremden ötürü yağlanmış iç çamaşırları ve ter ter ter! 27 yaşıma kadar vücudumdan çıkması gereken toplam ter miktarını geçen sene yaz attım ben işte. benimle birlikte de o sıcağı, üstüne bir de beni çeken anneciğim. annem ilk dokuz gece bizimle kaldı, sonra da 2 ay her gün gelip evine döndü, neyse ki evlerimiz yakın.

bahsetmem gereken bir de tabi eşim konusu var. daha önce hep "ikimizken" şimdi bir de ece miz vardı. ama ben şöyle algılıyordum bu durumu : ece benim, ceyhun a ise ikimiz yük olduk. bir daha da hiç bir zaman eskisi gib sevmeyecekti beni ceyhun, çünkü artık benim çocuğum vardı, şişkoydum, eve bağlıydım.

neyse ki beynim bu aşırı duyarlı halimin bitiş zamanını 4o gün olarak kodlamış, ben farkında olmadan. kırkımızı doldurup kırklandığımız gün biraz daha hafiflemiş hissettim kendimi. ece de huylu bir bebek olacak gibi görünüyordu, evet geceleri 2 saatte bir kalkıyordum, süt müt oraya girmek istemiyorum, gündüz sürekli birlikteydik ama olsundu, artık bebeğimi kucağıma takıp dışarı çıkabiliyordum mesela. yine arkadaşlarım, eşim, annem hep yanımdaydı, ben normal hayata tekrar uyum sağlayabilecektim kucağımda bebeğimle. bir de bilgisayarımla daha bir haşır neşir oldum, ikinci ayın sonunda blogumu yazmaya başladım derken kafam yerine gelmeye başladı. bu vesile ile de hem yakınlarıma hem de blogcu anne ye teşekkürlerimi iletmek isterim efendim. blogcu anne adaşım elif ten ilham aldım, blogla ilgili, iyi ki de almışım. bir sürü insanı sanal olarak da olsa tanıyorum, aynı şeyleri başka kadınların da yaşamış olduğunu görüyorum. çünkü insan tek başına hissedince sadece kendisinin bu duyguları yaşadığını, iyi anne olamayacağını, çocuğunu yeterince sevmediğini falan düşünüyor.

özetle iyi geçen hamilelik dönemi iyi geçecek bir lohusalığın işareti değilmiş, bunu anladım. lohusalığa da hazırlanılmalı, bunu da öğrendim. herkes kötü şeyler yaşayacak değil elbet. ama yeni doğum yapmış bir kadına hassas davranılmalı, duyarlı olunmalı yine de. onun hiç bir şeyi "normal" değil çünkü o zamanda. vüücudu, hormonları, ilişkileri. bunlar etrafındakiler tarafından göz önünde bulundurulursa bu dönemi atlatırken daha rahat edileceği kesin. zaten yeni gelen melek bir süre sonra herşeyi unutturuyor, tüm ilgileri üstüne çekiyor.

hem hamilelik, doğum, emzirmek, lohusalık... bunlar geçip unutulmuyor olsa insanlar ikinci çocuğunu doğurur muydu hiç ?